Türkiye’nin Kıbrıs odaklı güvenlik doktrini
Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Furkan Kaya, Kıbrıs meselesinin tarihsel, hukuki ve jeopolitik önemini Türkiye’nin Kıbrıs odaklı güvenlik doktrini bağlamında AA Analiz için kaleme aldı.
***
AA’nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı
Kıbrıs, Osmanlı Devleti tarafından 1571 yılında fethedilmesiyle Anadolu jeopolitiğinin en önemli mihver coğrafyalarından biri hâline geldi. 1878’de Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya arasındaki ’93 Harbi’ sonrası adanın, kullanım hakkının İngiltere’ye bırakılmasının ardından, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ile aynı blokta yer alması sebebiyle İngiltere adaya resmen el koydu. Millî Mücadele sonrası imzalanan Lozan Antlaşması’yla da Kıbrıs’ın egemenliği İngiltere’ye bırakıldı. 1930’ların ikinci yarısından itibaren adada “enosis” ve “megali idea” politikaları çerçevesinde Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması ve “Büyük Helen Devleti” kurma amacıyla adadaki ev sahibi Türklere yönelik sistemli bir “yok etme” siyaseti uygulanmaya başladı. Fatin Rüştü Zorlu’nun Türk siyasetinde etkili bir aktör olarak yükselmesiyle Kıbrıs meselesi, Türkiye açısından millî bir dava hâline geldi.
Zorlu’nun iki devletli vizyonu ve darbeyle kesişen siyasi hazırlık
1955’te Yunanistan’ın desteğiyle kurulan EOKA terör örgütünün Kıbrıs Türklerine yönelik katliamlarını, Zorlu’nun büyük risk alarak gizlice kurulmasını sağladığı ve adanın “Kuvayi Milliyesi” kabul edilen Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) durdurdu. Zorlu, 1957’de Dışişleri Bakanı olmasından 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası idam edilerek şehit edilene kadar Kıbrıs Türklerinin canını, malını ve şerefini korumak için yoğun çaba harcadı.
Yine Zorlu’nun diplomatik girişimleriyle 1958 ve 1959’da imzalanan Zürih ve Londra Antlaşmaları sonucunda Türkiye, İngiltere ve Yunanistan birlikte garantör devletler hâline geldi. “İki devletli çözüm” modelinin önünü açmak amacıyla 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti sürecini destekleyen Zorlu, sonrasında adada bağımsız bir Türk devletinin kurulması için siyasi hazırlığını tamamlamak üzereyken darbeciler tarafından idam edildi. Zorlu’nun idamı sonrasında ise adada “Akritas Planı” çerçevesinde Türkleri hedef alan katliam ve imha politikaları yeniden şiddetlendi. Bu saldırıları durdurmak ve Kıbrıs Türk halkının güvenliğini sağlamak üzere gerçekleştirilen 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından, 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) ilan edilmesinin önü hem siyaseten hem hukuken açılmış oldu.
Egemen eşitlik tartışması: KKTC neden BM tarafından tanınmıyor?
KKTC, uluslararası hukuk bağlamında bugün yalnızca Türkiye tarafından tanınan bir devlettir. KKTC’nin 15 Kasım 1983’te bağımsızlığını ilan etmesine karşı BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararları, üye devletlere KKTC’yi tanımama çağrısı yaparak uluslararası tanınmanın önünü kapattı. Bu nedenle KKTC’nin Birleşmiş Milletler (BM) tarafından “egemen eşit devlet” olarak tanınması engellenmektedir. Türkiye ve KKTC’nin ortak dış politika yaklaşımı ise federasyon modelini kesin olarak reddetmek ve yalnızca iki devletli çözüm seçeneğini desteklemektir. 2017’de çöken Crans-Montana sürecinden sonra Cenevre ve Lefkoşa’da sürdürülen görüşmelerde güven artırıcı adımlar atılmaya çalışılmış olsa da adil ve sürdürülebilir bir çözüm için taraflar arasındaki temel görüş ayrılıkları giderilememiştir. Avrupa Birliği (AB) ve Rum tarafı iki toplumlu federasyon ısrarını sürdürürken, Türk tarafı iki egemen devlet dışında bir seçeneğin tartışmaya kapalı olduğunu vurgulamaktadır.
Gözlemci üyelik: Sembolik adım mı, stratejik kapı aralığı mı?
Türk Devletleri Teşkilatının (TDT) 2022 Semerkant Zirvesi’nde KKTC’nin gözlemci üye olarak kabul edilmesi hem KKTC’nin uluslararası görünürlüğünü artırmış hem de Türk dünyası açısından tarihî bir dönüm noktası olarak değerlendirilmiştir. İlk kez bir uluslararası örgüt, KKTC’yi resmen kendi bünyesine kabul etmiştir. Zirve sonrasında yayımlanan bildiriler ve verilen fotoğraflar, KKTC’nin yalnız olmadığı mesajını dünya kamuoyuna güçlü biçimde yansıtmıştır. Bununla birlikte bazı Türk Cumhuriyetleri, BM kararları ve mevcut AB ilişkileri nedeniyle KKTC’yi tanıma konusunda temkinli davranmaktadır. Zira gözlemci statüsü, sembolik ve siyasi önemi yüksek olsa da tam diplomatik tanıma anlamına gelmemektedir. Kısacası TDT, KKTC’nin kısa vadede hukuken tanınmasını sağlayan bir yapı olarak görülmese de orta ve uzun vadede meşruiyet algısını, görünürlüğünü ve dayanışma kapasitesini güçlendiren son derece önemli bir teşkilattır.
“Mavi Vatan” doktrini ve Misak-ı Millî’nin denizlerdeki yansıması
Doğu Akdeniz’in İsrail açıkları, Kıbrıs’ın güneyi ve Lübnan sahalarını kapsayan Levant Havzası’nda yaklaşık 1,7 milyar varil petrol ve 3,5 trilyon metreküp doğal gaz bulunduğu tahmin edilmektedir. Türkiye ve KKTC açısından bu kaynaklar son derece stratejik öneme sahiptir. Özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), arkasına aldığı Evanjelist ve Siyonist lobilerin desteğiyle adanın tamamına egemenmiş gibi davranmakta ve bölgedeki tüm kaynakların kullanım hakkının kendisine ait olduğunu iddia etmektedir. Buna karşılık Türkiye ve KKTC, “Mavi Vatan” doktrini çerçevesinde denizlerdeki Misak-ı Millî sınırlarından asla taviz verilmeyeceğini kararlılıkla vurgulamaktadır. GKRY–Yunanistan–İsrail–Mısır hattında Türkiye’yi dışlayan bir enerji kuşağı oluşturulmak istenmekte, böylece Türkiye’nin enerji arz güvenliği, deniz ticaret yolları ve jeopolitik manevra alanı kuşatılmaya çalışılmaktadır. Türkiye’nin bölgede pasif kalması durumunda, Akdeniz ve Adalar Denizi’ne uzanan hatta Anadolu’nun fiilen denize kapatılması riski ortaya çıkacaktır.
Kıbrıs: Türkiye’nin Akdeniz’deki 360 derecelik savunma merkez hattı
Kıbrıs, Türkiye’nin Akdeniz güvenliğinde 360 derecelik savunma hattının merkezindedir. Atatürk’ün Kıbrıs için söylediği, “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz; bu ada bizim için çok önemlidir.” sözü, adanın jeopolitik önemini en doğru şekilde ifade eder. İsrail’in GKRY ile geliştirdiği stratejik ortaklık, Gazze’deki katliam ve soykırım politikalarıyla daha da derinleşmiş, Kıbrıs’ın tamamını GKRY–Yunanistan–İsrail ekseninin kontrolüne geçirerek Türkiye’nin Mersin–Antalya–İskenderun hattını denizden ve havadan baskı altına alma hedefi güçlenmiştir. Böyle bir durumda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölge (MEB) alanı yüzde 40’tan fazla daralacak ve Türk donanması Akdeniz’de ciddi bir kuşatma riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Bu stratejinin ilk adımı, “Doğu Akdeniz Monoblok Enerji Kuşağı” oluşturarak Türkiye’yi bölgesel enerji haritasından silmektir.
Türkiye’nin garantörlüğü adanın teminatıdır
Orta Doğu’daki kriz ortamı ve Gazze katliamı sebebiyle GKRY’nin liman ve havaalanları ABD ve NATO’nun üssüne dönüştüğü dönemde son olarak Norveç’in 66 yılın ardından GKRY’ne silah ambargosunu kaldırması ve İsrail’in Rum yönetimine askeri ve siyasi yatırımlarını artırması, KKTC’nin ulusal güvenliğini ciddi tehdit eder hale gelmiştir. Böyle bir ortamda Ada’nın geleceği ve Türkiye’nin de milli güvenliği tehlike altındadır. Dolayısıyla bir devlet geleneği olarak KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Sayın Tufan Erhürman’ın ilk yurt dışı ziyaretini Türkiye’ye yapmış olması ve basın toplantısında Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile verilen birlik mesajları oldukça önemlidir. Türkiye’nin garantör ülke olarak iki devletli çözüm dışında başka bir seçeneğin olmadığının altının çizilmesi kritik önem taşımaktadır. Zira federasyon fikriyle öncelikle Türk askerinin Ada’dan çekilmesi ve Türkiye’nin siyasi gücünün sonlandırılması hedeflenmektedir.
Türkiye’nin üç altın anahtarı: Boğazlar–Hatay–Kıbrıs jeopolitik triyası
Kıbrıs meselesi, sadece tarihsel ve hukuki bir sorumluluk değil, Türkiye’nin “ön jeopolitik hattının” savunulmasıdır. Gazze katliamı ve Suriye–Lübnan hattında yürütülen yeni harita mühendislikleri ile “Yeni Sykes-Picot” hesaplarına karşı Türkiye Kıbrıs merkezli deniz üsleri, hava sahası kontrolü ve enerji sahalarının korunmasını önceleyen politikaları öne çıkarmaktadır. Anadolu jeopolitiğinin üç altın anahtarı olan Türk Boğazları, Hatay ve Kıbrıs, birbirinin güvenliğini tamamlayan unsurlar olarak Türkiye’nin sınır ötesi diplomasi ve savunma kapasitesinin stratejik omurgasını oluşturmaktadır.
[Doç. Dr. Furkan Kaya, Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.