Türkiye’nin ulusal kimlik inşa tecrübesi ve bölgesel yansımaları
Siyaset bilimci Doç. Dr. Hüseyin Alptekin, Türkiye’nin ulusal kimlik inşa tecrübesini ve içeride birleştirici, dışarıya ilham verici Türkiye modelini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Türkiye, son dönemlerde kendi tarihsel birikiminden beslenen, hem Doğu hem Batı’yla ilişkisini yeniden tanımlayan yeni bir toplumsal kimlik inşa etti. Bu yazıda bu kimliğin unsurlarını, siyasi sonuçlarını ve model olma imkanını tartışacağız.
AA’nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için
Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için
AA Canlı
Amerikan ve Rus resmi söyleminde ilahi seçilmişlik ya da Amerikalıların söylemiyle Manifest Destiny (Açık Kader), Fransa ve Çin’de kültürel üstünlük ve dünyanın merkezinde olma düşüncesi, Alman ve İngiliz örneklerinde ırk ve medeniyet üzerinden üstünlük düşüncesi kimi dönemlerde baskın kimi dönemlerde örtülü de olsa bu ülkelerin toplumsal kimlik ve resmi söyleminde yer bulmuştur.
Türkiye ise son 150 yılında “olmuş” değil, dönüşen ve bu dönüşümü de Batılılaşma yolunda ilerleme olarak gören bir ülke olagelmiştir. Bu dönüşüme kim ne zaman karar verdi tartışılır. Bu dönüşümün başında keskin bir karar verici bulmak zor olsa da Cumhuriyet döneminin de öncesine giden, Cumhuriyet kadrolarının da içine doğduğu bir düşünce iklimiydi. Belki Abdullah Cevdet’e, belki Mustafa Reşid Paşa’ya hatta anakronizme düşme pahasına belki Damat İbrahim Paşa’ya kadar geri götürülebilir. Batılı olmak isteyen, bunu hak ettiğini düşünen Batıcı bir söylem ve kimliğin ne zaman başladığı konusu uzun uzun tartışılabilir ama belki de asıl tartışmamız gereken ne zaman başladığı değil ne zaman bittiğidir.
Soğuk Savaş refleksleriyle Türkiye’nin halen Batı blokunun cephe ülkesi olarak görüldüğü dönem son on yılda uluslararası yazında yerini başka bir iddiaya bıraktı. Bu yeni dönemde gerek yerli basın ve kanaat önderleri gerekse de uluslararası medya Türkiye Batı’dan kopuyor mu tartışmalarına başladı. Bu tartışmalar öncesinde demokratik, çağdaş ve ılımlı bir Müslüman ülke olarak Batı kamuoyunda yerleşen model ülke Türkiye imajı, son on yılda yerini Yeni-Osmanlıcılık imajına bıraktı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için sultan sıfatları kullanılmaya başlandı, Türkiye’nin yurtdışı güç projeksiyonu Osmanlı haritalarıyla karşılaştırıldı, Batı karşıtı ve despotik bir Türkiye algısı yeni bir Oryantalizm dalgasını besledi. Ne var ki bu iki imaj da Türkiye’nin yeni kimliğini ve rolünü kavramaktan uzak kaldılar.
Türkiye’nin kimliği: Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet
Bugün Türkiye’nin kimliği ne Batı’dan çok Batılı pozu vermeye hevesli ne de 200 yıllık Batılılaşma sürecini komple inkar eden bir kimlik. Türkiye ne salt bir doğu ne salt bir batı toplumu ne de doğuyla batı arasında kimliksiz bir yol geçen hanı. Bugün öne çıkan Türkiye kimliği herkesin bakınca biraz kendisini gördüğü bir ayna değil, parçalanmış kimlikler üzerine inşa edilen bir mozaik konfigürasyonu da değil. Bu coğrafyada zaman içinde oluşmuş kültür birliği üzerine inşa edilmiş, belirli bir ağırlık merkezi olan bir kimlik. Tarihini bir bütün olarak sahiplenen ve belki hepsinden önemlisi kendisi olmaktan utanmayan, özgüveni yüksek bir kimlik. “Biz” ve “dün”ün yerine “ben” ve “an”ı koyan bencil bir liberalizm yorumu bu kimliğin yerini alamadı.
Öte yandan ötekileştirilmiş ve düşmanlaştırılmış bir geçmiş anlatısına karşı aydınlık bir gelecek dogması inşa eden jakoben cumhuriyetçilik de biz kimiz sorusuna cevap veremedi. Son yıllarda özellikle Suriyeli sığınmacı ve Arap turist karşıtlıkları üzerinden kurulmaya çalışılan din-dışı ve ırka dayalı bir milliyetçilik anlayışı hem geniş bir ana akım kimlik grubu oluşturamadı hem de resmi makamlar tarafından kabul görmedi; hatta bu anlayışın iç barış için bir tehdit oluşturduğu değerlendirildi. İthal edilen sadece seküler kimlikler değil tabi. İran kaynaklı, Şia motifleriyle süslenmiş bir İslamcılık yorumundan selefi örgütlerin radikal yorumlarına kadar Anadolu’nun dini gelenekleriyle bağdaşmayan dini kimlik ve söylemlerin de dikiş tutma şansı olmadı. Bu uç ve ithal söylemlerin ne günümüzün resmi söyleminde ne de toplumun kahir ekseriyetinde karşılığı var.
Bugünün Türkiye kimliği toplum nezdinde de resmi söylemde de “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” ifadesinde karşılık buluyor. Farklı dini yorumları, etnik kökenleri, ideolojik aidiyetleri kimlik tanımının merkezine almayan bu ifade Alevi-Sünni, Türk-Kürt, sağcı-solcu gibi fay hatlarını kaşımayan ortak bir payda üretme çabası aslında. Toplumun ağırlık merkezinin Sünni İslam itikadini benimsediği ve anadili farklı olan vatandaşların bile Türkçe bildiği toplumda kültürel bir ağırlık merkezi öne çıkıyor muhakkak ama bu ağırlık merkezinin farklı mezhepsel aidiyetlerin ve anadillerin yoğun olduğu bölgelerde dışlayıcı olmaması adına vurgu etnik milliyetçiliğe kaydırılmıyor. Bunun yerine “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” vurgusunda görüldüğü gibi dışlayıcı olmayan bir ortak kültür, siyasal milliyetçilik ve birlikte yaşama iradesiyle sınırlı tutuluyor.
Türkiye modeli: İçeride birleştirici, dışarıya ilham verici
Her kimlik inşası bir sosyal-psikolojik sınır çizme projesidir. Belirli bir insan topluluğu için kültürel bir sınır çizer, bu sınırın içindekileri birleştirip dışardakileri ötekileştirme amacı güder. Doğu’daki köklerinin de Batı ile olan 200 yıllık iktibas münasebetinin de farkında olan ancak ağırlık merkezini bu coğrafyada, Anadolu’nun beşiğinde kuran Türkiye’nin kimlik inşası da öncelikle Türk milleti için birleştirici bir işleve sahiptir. Ancak bu çaba lokal bir çaba olmanın ötesinde bir model olarak da öne çıkmaktadır.
Lübnan ve Irak gibi örneklerdeki siyasal tasarımlar birleştirici bir ulusal kimlik inşa edemedikleri gibi toplumsal yarıkları daha çok derinleştirdiler. Ulusal hüviyete sahip bir kültürel ve siyasal topluluk oluşturamayıp “içeridekileri” birleştiremediler. Bununla ilintili olarak bir öteki, ya da “bizden olmayan” imgesi de inşa edemediler. Ülke içindeki etnik topluluklar aynı vatanı paylaştıkları geniş kitlelerin karşısında ülke dışındaki akraba toplulukları, patron devletleri, hami küresel güçleri tercih eder duruma geldi.
Hal böyle olunca içerideki çıkar çatışmaları siyasal şiddet boyutuna tırmandı ve ülkeleri uluslararası müdahalelere açık hale getirdi. Çok parçalı toplumlar, aciz devletler ve toplumsal travmalar bu ülkeleri kendi kültürel ağırlık merkezini tayin edemez, kendini tanımlayamaz, çıktıları bakımından ise karar alamaz, geleceğine yatırım yapamaz hale getirdi. Salt prosedürlere boğulmuş, çok parçalı, ortak kümesinin içi boş, kültürel ağırlık merkezi olmayan ve adeta kimliksiz bir kimlik modeli kadar aşırı dışlayıcı ve tektipleştirici bir kimlik modeli de bu coğrafya da denendi ve başarısız oldu.
Suriye’den Libya’ya bölge yeni toplumsal ve siyasi tasarımlara yelken açarken, Türkiye için terörsüz Türkiye gibi yeni bir süreç devam ederken belki de Türkiye modelini artık bu açıdan değerlendirmek lazım gelecek. Türkiye tecrübesi içinde bulunduğumuz bölgesel istikrarsızlıklar çağında içeride birleştirici, dışarıya ilham verici bir model olarak öne çıkabilir.
[Doç. Dr. Hüseyin Alptekin, siyaset bilimcidir.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.