Hollanda seçimleri neden önemli?
Anadolu Ajansı Stratejik Analiz Müdürü Zeliha Eliaçık, Hollanda’da erken seçim atmosferinde merkez siyasetin çözülüşünü, aşırı sağın yükselişini ve konut krizinden Gazze’ye uzanan tartışmaların seçmen davranışına etkisini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Hollanda, sadece 11 ay süren hükümetin dağılması sonrasında yarın seçime gidiyor. Bilindiği üzere kültürel olarak güçlü bir Protestan kültürel geleneğe sahip olan Hollanda’da seçimler pazar günü değil, çarşamba günü yapılıyor [1].
AA’nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı
Seçim sürecinde gözlemlerde bulunduğum Hollanda sokakları çok hareketli. Hollanda seçimleri, bizim Türkiye’den alışık olduğumuz şekilde tek parti mitinglerinden ziyade, pek çok Batı Avrupa ülkesinde olduğu gibi sokak protestoları etrafında şekilleniyor. Bu siyasi kültürün yanı sıra Hollanda’da iklim, ekonomi, göç ve Gazze, özgürlükler ve benzeri konulara odaklanan küçük partilerin sayısının da giderek artması, tek bir lider ve parti etrafında toplanmayı güçleştiriyor.
Türkiye’deki kalabalık kitlelerin katıldığı mitinglerin yerini Hollanda’da parti liderlerinin seçmeni ikna etmeye çalıştığı tartışma programları alıyor. Parti programlarından çok söylemlerin ve televizyon tartışmalarının, partilerden çok da kişilerin ön plana çıktığı bir seçim süreci yaşanıyor.
Görüştüğüm kimi siyaset bilimcilere göre yüzde 60, kimilerine göre ise yüzde 80 oranında kararsız seçmen var. Bu da son anda gerçekleştirilen tartışma programlarını, liderin performansını, polemik ve ikna gücünü kritik hale getiriyor. Öyle ki Hollanda’nın TRT’si olarak bilinen NOS kanalında parti liderlerinin final tartışmalarını herkes merakla bekliyor. Burada yapılacak bir hata yahut gaf, kararsız seçmenin oy davranışını değiştirebilir.
Hollanda seçimleri neden önemli?
Görüştüğüm bazı analistler başarısız bir aşırı sağ hükümet tecrübesinden sonra “Ana akım sağ-sol ve liberal merkez partiler için yeniden iktidara gelme şansı” doğduğunu ve böylesi bir sonucun da “aşırı sağın yükseldiği diğer Avrupa ülkelerinde yeniden bir ‘normalleşme’ modeli” olarak işleyebileceği görüşünde. Ancak en çok oy alan iktidar ortağı olmasına rağmen mevcut hükümette Başbakan yapılmayan Geert Wilders’in seçim kampanyasında mağdur rolünü oynadığı ve icraata geçebilmek için tam yetki istediği göz önünde bulundurulduğunda aşırı sağın oyları da artabilir. Hollanda’nın Trump’ı gibi davranan Wilders, provokatif söylemleriyle seçim gündemini yönlendiriyor.
Hollanda seçimlerinde belirleyici soru ise diğer partilerin aşırı sağa karşı nasıl bir tavır alacağı. Bazı analistler Wilders’siz bir senaryoda Almanya’daki modelin tekrarlanabileceğini, yani merkez sağ, merkez sol ve liberal bir partinin bir araya gelerek “dengeleyici” bir hükümet kurabileceğini düşünüyor. Ancak sorun yalnızca bir hükümetin kurulması değil, aynı zamanda sürdürülebilir olması.
Koalisyonlara alışık bir ülke olmasına rağmen, Hollandalı seçmen artık istikrarsızlıktan yorgun. Bu nedenle bu seçim, “kim kazanacak”tan ziyade “kim uzlaşabilecek” sorusunun sınandığı bir test niteliğinde.
Seçimlerin ortaya koyacağı sonuçlar, Avrupa’da nispeten hoşgörünün sembolü olarak bilinen Hollanda’da toplumsal dönüşüme ve Avrupa’nın geleceğine dair bir fikir de verecek. Zira Avrupa’nın ılımlı ülkesi Hollanda’daki aşırı sağcı dönüşüm Avrupa’nın geneli için de bir “alarm” niteliği taşıyor.
Hangi partiler yarışıyor?
Son anketlerde düşüş yaşasa da önceki hükümeti düşürerek erken seçime giden yolu açan İslam karşıtı ırkçı Geert Wilders’in Özgürlük Partisi (PVV) hala önde görünüyor. [2]. Ancak PVV hala birinci parti olsa dahi, oy kaybı nedeniyle tek başına hükümet kurması mümkün görünmüyor. Diğer tüm büyük partiler ve özellikle merkez-sağ bloktaki Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD) ile Hristiyan Demokratlar (CDA), Wilders’le bir koalisyonu açıkça reddediyorlar [3]. Bu nedenle yeni hükümetin merkez sağ veya merkez sol ve liberal bir ittifak etrafında şekillenmesi bekleniyor.
Hollanda’yı gelecekte ya merkez sağ (VVD + CDA + diğer küçük sağ veya liberal partiler) bir koalisyonla yönetecek ya da merkez sol blok (Yeşil Sol-İşçi Partisi) yanlarına sosyal liberal Demokratlar D66’yı alarak bu boşluğu doldurmaya çalışacak.
Timmermans’ın liderliğindeki kırmızı-yeşil ittifak (Yeşil Sol ve İşçi Partisi), D66 ve CDA da olası koalisyon ortakları olarak öne çıkıyor. VVD’nin gerilemesiyle birlikte eski liberal-muhafazakar denge zayıflamış durumda. VVD+CDA+diğer küçük sağ partilerin oluşturduğu bir koalisyon ihtimali dışlanmasa da şu anki tabloya göre en muhtemel senaryo, Timmermans’ın etrafında şekillenecek bir merkez sol hükümeti ya da D66–CDA eksenli geniş tabanlı bir “istikrar koalisyonu” olarak değerlendiriliyor. Her halükarda Hollanda’da merkez ittifakın yeniden iktidara dönmesi umuluyor. Hükümet kurma sürecinin çok sayıdaki parti arasında uzlaşma arayışları nedeniyle uzun zaman alması bekleniyor.
Koalisyon kurması muhtemel tüm partilerin Wilders ile koalisyon yapmayacaklarını açıklamış olmaları, seçim sonrası siyasi tabloyu biçimlendirecek en kritik değişken gibi görünüyor. Adaylarının çoğunluğunu Türk ve göçmenlerin oluşturduğu DENK Partisi de seçimlerde hedefte olan göçmenler ve göçmen karşıtı politikalara karşı çıkan seçmen için bir alternatif oluşturuyor. Parti halihazırda mecliste 3 sandalyeyle temsil ediliyor.
Seçim sürecinde hangi konular konuşuldu?
Hollanda’da son yapılan parlamento seçimlerinde seçime katılım oranı yüksekti. Bu yılki seçim sürecinde görüştüğüm kimi orta yaşlı ve orta yaşın üzerindeki seçmen ise “artık sisteme inanmadıkları ve verdikleri oyların politik kararlarda etkisini görmedikleri için seçime gitmeyeceklerini” söylüyorlar. Den Haag’da bir kafede sohbet ettiğim çift, “Seçime gitmeyeceğiz, bizim yaşımızdakiler gitmeyecek, zira oy da versek hiçbir şey değişmiyor; ama genç öğrencilere sorarsanız gideceğiz diyeceklerdir. Hala naifler, biz öğrendik.” diyor. Buna rağmen ülkedeki aşırı sağa tepkinin artmasıyla siyasi katılım da yüksek olabilir.
Hollanda seçimleri, Rusya-Ukrayna savaşı, Rusya korkusu, Trump faktörü, Gazze soykırımı gibi bir dizi önemli krizin gölgesinde gerçekleşse de seçim gündemini dış politikadan ziyade ülkenin iç sorunları belirlemiş durumda. Bunun nedenlerinden biri, mevcut çatışma ortamında, bilhassa Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle NATO’nun rolü konusunda fikir birliği içinde bulunulması ve eskiden Rus etkisiyle suçlanan Wilders gibi aşırı sağcıların söylemlerinin iktidara gelince Ukrayna desteği yönünde yumuşaması. Güvenlik kaygıları nedeniyle savaş karşıtı solcular dahi savunma giderlerinin ve NATO ödemelerinin artırılması konusunda ikna olmuş görünüyor.
Muhalefet Gazze soykırımı ve İsrail’e yönelik tepkiler hükümeti eleştirmek ve kitleleri mobilize etmek için bir gündem maddesi olduysa da seçim sürecinde daha ziyade iç meseleler belirleyici oldu.
Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, konut kıtlığı, kira ve sağlık maliyetlerindeki artışlar ve göç meselesi seçimlerin ana eksenini oluşturuyor. Özellikle aşırı sağ partiler, bu meseleleri bir şekilde sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde göçmenlerle ilişkilendirdiği için seçimin ana tartışmaları bir şekilde hep göçmenler etrafında gerçekleşiyor. Başta Wilders’in partisi olmak üzere aşırı sağ partiler, göçmenleri konut sıkıntısı, sağlık ücretlerinin yüksekliği ve pahalılık sorunlarının nedeni olarak gösterirken; diğer merkez sağ, sol yahut liberal partiler bu söylem etrafında tartışmalarını yürüttükleri için siyasi tartışmalarda söylem üstünlüğü tamamen aşırı sağın tekeline geçmiş görünüyor. Siyasi elitlerde keskin bir “göç en büyük sorun algısı” oturmuş durumda. Seçmenin bir kısmı da ev ve ekonomik sorunların müsebbibi olarak göçmenleri suçlarken bir kısmı da siyasetçileri sorunları yönetememekle de değil, yönetmemekle suçluyor.
Türkiye seçim gündeminde yok
2017’deki seçim kampanyası neredeyse tamamen Türkiye karşıtı tezler üzerine kurulmuştu. Sonraki seçimlerde bu tansiyon azalırken, bu seçimlerde ise Türkiye artık hararetli bir seçim konusu olmaktan çıkmış durumda. Aksine görüştüğüm düşünce kuruluşu temsilcileri, Rusya-Ukrayna savaşı ve Gazze dahil çatışmalarda arabulucu rolü nedeniyle Türkiye’nin rolünün ve ağırlığının arttığını dile getiriyorlar.
Türkiye’ye yönelik klasik “demokrasi” eleştirileri ise yaptığım görüşmelerde dillendirilse dahi mevcut iç karışıklıklar ve Hollanda toplumundaki kutuplaşma nedeniyle bu sesler giderek daha kısık çıkıyor. Türkiye kritik bir seçim konusu olmaktan çıkmış olsa dahi aşırı sağ akımların göçmen ve Müslüman karşıtı söylemlerinden dolayı seçim sonuçları Hollanda’da yaşayan Türk vatandaşları ve Türkiye kökenli nüfusu da yakından ilgilendiriyor.
“Toleranslı” Hollanda nasıl aşırı sağa ve ırkçılığa evrildi?
Sömürgeci geçmişiyle meşhur Hollanda, Batı Avrupa ülkeleri arasında toleranslı yapısıyla bilinse de son dönemde yükselen aşırı sağ akımların, İslamofobi ve ırkçılığın yükselişi dikkat çekiyor. Hollanda’da son yirmi yılda aşırı sağın yükselişi, ekonomik ve sosyal sorunların nedenlerinin -özellikle konut, sağlık ve yaşam pahalılığının-yanlış adreslerde aranmasıyla açıklanabilir.
Temel mesele yapısal bir refah krizi olmasına rağmen, siyaset bu sorunları kimi yerde göçmenlerle özdeşleştirirken kimi yerde ise göçmenlerin dini kimliğini (genelde Müslümanları) hedef alarak kendi yönetimsel yetersizliğini örtbas etmeye çalıştı. Bu anlamda Müslümanlara yönelik helal kesim, peçe yasağı ve İslami kurumların finansal durumuyla ilgili yapılmak istenen politikalar ve kanunlar örnek gösterilebilir.
2000’lerde bir iklim aktivisti tarafından öldürülen aşırı sağcı Pim Fortuyn, ilk kez açık biçimde İslam karşıtı bir dil kullandı ve bu söylem siyasette kalıcı bir yer edindi. Onun ardından Geert Wilders bu mirası sistemli biçimde sürdürdü. Böylelikle Hollanda’da “tolerans”ın anlamı değişti: Farklılığı kabul etmekten çok, sorunların kaynağını ötekine yani kültürel olarak farklı olana yükleyerek düzeni koruma refleksine dönüştü.
Hollanda’da aşırı sağ söylemler giderek normalleşirken ırkçılık ve göçmen karşıtlığı da giderek bir “derece meselesi” haline geliyor. Bazıları kültürel, bazıları ekonomik nedenler; bazılarıysa reel politika gereği diyerek farklı derecelerde ama muhakkak göçmenleri ülke sorunlarının merkezine oturtmuş durumda. Toplumda gözle görülür şekilde bir arada yaşama sorunu bulunmazken, göçmenlerin dini ve kültürel yapısının ön plana çıkarılması, doğal bir sonuçtan çok Avrupa toplumlarının homojen yapısından kaynaklı, kendisinden başkasını eşit yurttaş olarak benimseme konusunda zorluklara işaret ediyor. Zira Hollanda tarihi olarak sömürgeleriyle kendi refahını var ederken ancak bir hiyerarşik yapı ve efendi-köle ilişkisi üzerinden bu “çeşitliliğe” tahammül edebilmişti.
Sadece aşırı sağ değil, merkez sağ ve sol partiler de dahil ana akım siyasetin de sık sık İslamofobik ve göçmen propagandaya başvurması gerçek politikalar üretmektense “korku” siyasetiyle toplumu yönetmeyi tercih ettiklerini gösteriyor. Esasında yerleşik muhkem sistem ile demografik ve kültürel dönüşüm arasında bir gerilim var. Ne toplum ne de siyaset kurumları bu dönüşümle halleşemiyor.
Demografi mühendisliği
Hollanda bugün 18 milyonu aşan nüfusuyla Avrupa’nın en yoğun nüfuslu ülkelerinden biri; kilometrekareye ortalama 513 kişi düşüyor. Yeni doğan sayısının hızla gerilediği ülkede nüfus artışı artık neredeyse tamamen göçe ve artan yaşam süresine bağlanıyor. Hükümet, bu artışı sınırlamak amacıyla 2050’ye kadar nüfusu en fazla 20 milyonda tutmayı ve yıllık göçmen girişini yaklaşık 68 binle sınırlandırmayı hedefliyor. Esasında Hollanda’da demografi mühendisliği de göç yönetiminin bir parçası haline geliyor. Hollanda İstatistik Kurumunun 2024 verilerine göre, ülkedeki toplam nüfusun %16,2’si başka bir ülkede doğmuş ve göçmen olarak yaşıyor. [4]
Konut sorunu tüm siyasi sistem zaaflarını ele veriyor
Hollanda’daki (sosyal) konut krizi aslında bir siyaset krizi ve bu yönüyle yalnızca barınma eksikliğini değil, sistemin derin yapısal zaaflarını da görünür kılıyor. Görüştüğüm bir siyasi analistin belirttiği gibi, liberal piyasa düzeni içinde barınma artık bir sosyal hak değil, bir yatırım aracına dönüşmüş durumda. Hollanda’da yeterince yeni sosyal konut inşa edilmiyor ve var olanlar da adil ve işlevsel şekilde yönetilmiyor. Bu dönüşüm, merkez siyasetin uzun süredir teknokratlar eliyle yönettiği bürokratik yapının, toplumun gerçek ihtiyaçlarından ne kadar koptuğunu gösteriyor. Bu krizi, çevre ve iklim yasalarının yarattığı yeni düzenlemeler daha da derinleştirirken, yeni arazi politikaları ise çiftçi lobilerinin direnciyle karşı karşıya kalıyor. Konut sorunu bugün, on yıllardır devam eden liberal yönetim anlayışının, çevre politikalarıyla ekonomik çıkar grupları arasında sıkışarak toplumsal ihtiyaçları yok saydığının en açık göstergesi. Bu durum, siyasi kurumların mekanikleştiğini ve halkın sorunlarıyla ilgilenmediğini; sadece sistemi ayakta tutmak ve gücü ellerinde tutmak için çalıştıklarını düşündürüyor.
Siyasi kurumlar ve bürokrasi bugün sosyal konut yerleşimlerini dahi düzenleyemez durumda. Görüştüğüm bir gazetecinin şu sözü, sistemin ne kadar bürokratik, hantal ve mekanikleşmiş bir yapıya dönüştüğünü çarpıcı biçimde özetliyor: “Cumhurbaşkanı Erdoğan Hollanda’nın konut sorununu pragmatik yöntemlerle çözerdi; buraya bir TOKİ lazım.”
Bu tablo, Avrupa’daki liberal yönetim modelinin temel açmazını da ele veriyor: Devlet, konut meseleleri dahil sorunları yönetmek yerine düzenlemeyi seçtikçe sosyal alan “piyasanın” insafına bırakılıyor; bir rant alanına dönüştürüyor. Bunun yanı sıra teknokratik devlet aklı kamusal sorunları çözmek yerine veri üretmeye ve sorumluluğu dağıtmaya odaklanıyor. Hollanda’daki konut krizi, çevre politikalarıyla çiftçi lobileri arasındaki gerilimden merkez siyasetin eylemsizliği ve rant ekonomisine kadar uzanan zincirin tam ortasında duruyor. Farklı yaş, meslek ve siyasi partiden görüştüğüm Hollandalılar kurumsal siyasetin sorunları çözemediğine değil, belli çıkar ve rant denklemleri nedeniyle çözmek istemediğine inanıyor. Avrupa’nın teknokratik aklı, halkın hayatına dokunamadıkça popülist siyasete ve aşırı sağa alan açılıyor.
[1] https://www.swr.de/swraktuell-radio/europawahl-eu-europaeische-union-niederlande-100.html
[2] https://nltimes.nl/2025/10/14/poll-slight-drop-pvv-wilders-suspends-election-campaign-terror-threat
[3] https://www.theguardian.com/world/2025/jun/10/dutch-vvd-rules-out-coalition-with-unbelievably-untrustworthy-wilders
[4] https://www.cbs.nl/en-gb/visualisations/dashboard-population/origin
[Zeliha Eliaçık, Anadolu Ajansı Stratejik Analiz Müdürüdür.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.