İran’ın bölgesel liderlik krizi mi?
Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Doç. Dr. Necmettin Acar, İsrail’in İran’a saldırılarıyla başlayan süreçte Körfez Şiilerinin nasıl konumlandığını ve İran’ın bölgede gitgide azalan yumuşak gücünü AA Analiz için kaleme aldı.
AA’nın WhatsApp kanallarına katılın, önemli gelişmeler cebinize düşsün.
🔹 Gündemdeki gelişmeler, özel haber, analiz, fotoğraf ve videolar için Anadolu Ajansı
🔹 Anlık gelişmeler için AA Canlı
***
1979 Devrimi sonrasında İran, Körfez bölgesindeki Şii topluluklar üzerinde güçlü bir politik ve ideolojik nüfuz kurarak bu kesimleri kendi bölgesel stratejileri doğrultusunda mobilize etme yeteneği kazanmıştı. İran, bu sayede son 40 yılda Şii kimliğini bir dış politika aracı olarak kullanarak Körfez’deki jeopolitik denklemde önemli bir kaldıraç elde etmişti. Özellikle Suudi Arabistan, Bahreyn ve Irak gibi ülkelerdeki Şii varlığı, İran’a bu ülkelerin iç politikalarına dolaylı müdahale imkanı sunarak önemli bir baskı mekanizmasına dönüşmüştü.
Ancak İran’ın yıllar boyunca ideolojik, mezhepsel ve kültürel bağlar üzerinden inşa ettiği nüfuz alanı, son dönemde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İsrail’in artan askeri baskısı karşısında beklenen düzeyde bir dayanışma ve destek üretmede yetersiz kaldı. İran, 2006’daki İsrail-Hizbullah savaşında Şii kitleleri kolayca harekete geçirerek Körfez’deki statükocu ve Batı yanlısı rejimler üzerinde ciddi bir iç baskı unsuru oluşturmayı başarmıştı. Ancak bu güne gelindiğinde Tahran; İsrail’in Lübnan, Yemen, Suriye ve doğrudan kendi topraklarına yönelik yıkıcı saldırılarına rağmen Körfez başta olmak üzere bölgedeki Şii toplulukları kendi çıkarları doğrultusunda mobilize etmekte başarısız oldu. Bu durum, İran’ın Şii dünyadaki ideolojik merkez olma iddiasının zayıfladığını ve bu söylemin artık eskisi kadar karşılık bulmadığını ortaya koyuyor.
Körfez Şiileri İran’ın politik nüfuzundan uzaklaşıyor mu?
Uzun yıllar Körfez bölgesinde siyasal sistemin dışında tutulan ve otoriter rejimlerin baskısı altında marjinalleştirilen Şii topluluklar, istikrarsızlık potansiyeli taşıyan unsurlar olarak görüldü. Devrim sonrasında İran, bu dışlanmış grupları kendi jeopolitik ve teopolitik stratejilerine entegre ederek İran-Suudi rekabetinin etkili bir aracı haline getirmekte zorlanmadı. İran’ın bölgede artan ideolojik etkisi, Şii nüfusun Tahran’ın ulusal çıkarları doğrultusunda mobilize edilebileceği bir zemin ortaya çıkardı. Böylece memnuniyetsiz Şii nüfus, Körfez siyasetinde Tahran’a önemli bir kaldıraç sağlarken Körfez ülkelerinde ciddi bir istikrarsızlık kaynağı haline geldi.
Ancak 7 Ekim sonrasında yaşanan gelişmeler ve özellikle İsrail’in İran’a yönelik doğrudan saldırıları, Şii dünyada İran’ın azalan yumuşak gücü ve politik nüfuzunu açıkça gözler önüne seren bir sonuç üretti. İsrail’in Lübnan ve Yemen gibi İran’ın müttefiki ülkeleri ve bu ülkelerdeki vekil unsurları hedef almasının yanı sıra doğrudan İran topraklarına yönelik saldırılarda bulunmasına rağmen, bölgedeki Şii toplulukların büyük ölçüde çatışmalara taraf olmaktan kaçındığı veya bu saldırılara kayıtsız kaldığı görüldü. Bölge ülkelerinin hava sahalarını zaman zaman İsrail ve ABD saldırıları için açarak bu çatışmada Batı yanlısı tutum sergilemesine rağmen İran, Şiileri kendi çıkarları doğrultusunda harekete geçiremedi.
Şii kitleler, geçmişte benzer gerilim dönemlerinde İran’ın çağrısıyla sokaklara dökülerek kitlesel protesto ve isyanlarla, hem kendi yönetimlerine hem de ABD ve İsrail’e tepkisini ortaya koyuyordu. Ancak bu kitleler son iki yıldır İsrail ve ABD’nin İran ile vekil unsurlarına yönelik yoğun askeri baskısı karşısında büyük ölçüde sessiz kalmayı tercih etti. Özellikle Irak gibi Şiiliğin merkezi kabul edilen ülkelerde, etkili liderlerden biri olan Mukteda es-Sadr’ın Şii toplumu bu çatışmalara taraf olmamaya davet etmesi oldukça dikkat çekicidir. Aynı şekilde, Bahreyn ve Suudi Arabistan’daki Şii toplulukların da geçmişin aksine İran’ı açıktan destekleyen bir tutum sergilemekten kaçınmış olması, Tahran’ın bölge Şiileri üzerindeki ideolojik ve politik etkisinin zayıfladığını ve Şiileri kendi ulusal çıkarları doğrultusunda mobilize etme gücünün ciddi biçimde gerilediğini gösteriyor.
İran, Körfez’deki yumuşak gücünü neden kaybetti?
Bölge genelindeki Şii toplulukların, İran ve vekillerinin ABD-İsrail askeri baskısı karşısında yaşadığı kayıplara rağmen kayıtsız kalmasının üç temel nedeni bulunuyor. İlk olarak, Mart 2022’de Çin arabuluculuğunda Pekin’de varılan İran-Suudi Arabistan uzlaşısı, Tahran’ın bölge ülkelerinin iç işlerine müdahale anlamına gelebilecek politikalarından geri adım atmasına sebep oldu. Bu diplomatik yumuşama, İran’ın Şii topluluklar üzerindeki mobilizasyon kabiliyetini sınırlarken, Suudi Arabistan ile ilişkilerin ılımlı seyretmesi Körfez’deki Şiiler üzerinde İran yanlısı bir tutum sergilemeleri yönünde baskı oluşmasını da engelledi. Böylece uzlaşı, Şii nüfusun İran merkezli bölgesel çatışmalara taraf olma motivasyonunu zayıflattı.
İkinci olarak, 7 Ekim sonrasında İsrail’in yoğun saldırıları karşısında, İran’ın “keskin kılıcı” olarak görülen Hizbullah’ın ciddi kayıplar vermesi, İran rejiminin Şii dünyadaki prestijine ağır bir darbe indirdi. İran’ın sadece Hizbullah’a yeterli desteği verememesi değil, aynı zamanda Suriye’deki askeri varlığını dahi korumakta zorlanması ve vekil unsurlarını savunmak adına doğrudan çatışmaya girmekten kaçınması, bölgede İran’a güven duyan aktörler arasında derin bir hayal kırıklığı ve umutsuzluğa yol açtı. Bu durum, İran’ın uzun yıllardır sürdürdüğü “direniş ekseni” söyleminin inandırıcılığını sorgulatırken, Şii topluluklar nezdindeki liderlik iddiasını da zayıflattı.
Son olarak, başta Körfez ülkeleri olmak üzere bölge genelinde muhalif toplumsal kesimlere yönelik uygulanan sert güvenlik politikaları ve yaptırımlar, toplumsal muhalefetin ciddi şekilde baskılanmasına neden oldu. Bu güvenlikçi politikalara ilaveten Arap Baharı sürecinde yaşanan sokak hareketlerinin doğurduğu ağır siyasi ve ekonomik maliyetler, kitlesel eylemler yoluyla siyasi sonuç elde etmeyi hedefleyen gruplar üzerinde caydırıcı bir etki ortaya çıkardı. Bölgedeki Şii topluluklar, bu koşullar altında İran’a destek vermek ya da onun çağrısıyla harekete geçmek konusunda daha temkinli davranmaya, olası bir çatışma ortamının ortaya çıkaracağı risklerden kaçınmayı tercih etmeye başladı.
7 Ekim sonrasında İsrail ve ABD’nin İran ile onun vekil unsurlarına yönelik yoğunlaştırdığı askeri baskı, hem İran’ın hem de vekil güçlerinin ciddi kayıplar yaşamasıyla sonuçlandı. Bu süreçte dikkat çeken en önemli unsurlardan biri, bölge genelindeki Şii nüfusun İran ve müttefikleri lehine harekete geçmekten kaçınması ve bağlı bulundukları Batı müttefiki rejimlere karşı seslerini yükseltmemesidir. Geçmişte benzer kriz anlarında İran’ın çağrısıyla kitlesel tepkiler gösteren Şii toplulukların bu defa sessiz kalmayı tercih etmesi, İran’ın Şii dünyadaki mobilizasyon gücünün zayıfladığını açık biçimde ortaya koyuyor. Sonuç olarak, 7 Ekim sonrası yaşanan gelişmeler yalnızca İran’ın askeri kapasitesinin ve vekil ağlarının zayıflamasıyla sınırlı kalmadı, aynı zamanda Tahran’ın uzun yıllardır ciddi kaynak ve stratejilerle inşa ettiği bölgesel politik nüfuzunun da derin bir darbe almasına yol açtı.
[Doç. Dr. Necmettin Acar, Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanıdır.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.